Güncel Sendika Haberleri

15 Eylül, 2012

2012-2013 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI BAŞLARKEN EĞİTİMİN DURUMU

  2012–2013 Eğitim-Öğretim Yılı 17 Eylül Pazartesi günü ders zilinin çalmasıyla başlayacak. İlk ve ortaöğretimde 17 milyon öğrenci ders başı yapacak. Ne yazık ki bu eğitim- öğretim yılına zaten var olan sorunların yanı sıra yeni sorunlarla giriyoruz.
        Eğitim sisteminin, eğitim ve bilim çalışanlarının karşı karşıya kaldığı sorunlar, 4+4+4 eğitim sisteminin uygulamaya konulmasıyla birlikte bugün içinden çıkılamaz hale getirilmiştir. 
        Bu sistemi, bilim insanların ve eğitim örgütlerinin uyarıları dikkate alınmadan, yeterli hazırlık ve altyapı çalışmaları yapılmadan uygulamaya geçilmiştir. İleri sürülen bütün itirazların AKP Hükümetince yok sayılması ve tamamen ideolojik hedefler doğrultusunda hareket edilmesi, yeni eğitim sisteminin uygulaması aşamasında birçok sorunu beraberinde getirmiştir. 
        4+4+4 eğitim sistemi ile 8 yıllık temel eğitim 4 yıla indirilmiş, kız çocuklarının, yoksul çocukların, köy çocuklarının ve engelli çocukların üst öğrenime devam etme olanakları ortadan kaldırılmıştır. Uygulama, çocuk işçiliğini, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ve ayrımcılığı, sınıfsal ayrışmayı, köy-kent kutuplaşmasını teşvik etmekte, çocukların toplumsallaşarak gelişiminin önünü kapatmaktadır.
        2012-2013 Eğitim-Öğretim Yılı’nda 4+4+4 eğitim uygulamasının en çok eleştiri alan yönü, çocukların okula başlama yaşının 72 aydan 60 aya indirilmesidir. 
        Cumhuriyet’in en köklü kurumlardan biri olan Milli Eğitim Bakanlığı, cumhuriyetin tasfiye aracı haline getirilmiştir.
        Dolayısıyla eğitim-öğretim yılına başlarken yapmış olduğumuz değerlendirmelerde de ağırlık noktasını yeni uygulamaya konulan eğitim sistemi oluşturacaktır.

Bu eğitim sistemiyle: 
Okul Öncesi Eğitim Yok Sayılmıştır

        Zorunlu ilköğretime başlama yaşının bir yıl erkene alınması ve bunun sonucu olarak okulöncesi eğitimin zorunlu eğitimin dışına çıkarılması çocuğun gelişim ve eğitimine ilişkin bilimsel verilere uygun değildir. 
        MEB’in 2010-2014 Stratejik Planı’nda hedef, “Okul öncesi eğitimde % 33 olan net okullaşma oranını dezavantajlı çocukları gözeterek plan dönemi sonuna kadar % 70’in üstüne çıkarmak” şeklinde belirlenmesine rağmen, yapılan yasal değişliklerle okul öncesi eğitim yok sayılmıştır.
Açıklanan müfredat programına göre dört yıllık ilk bölüm fiili olarak üç yıla indirilmiş olmaktadır. 

5 Yaşındaki Çocuklar Kalabalık Sınıflarda Riske Atılmaktadır

        Anaokuluna gitmeden ilköğretime başlayacak olan çocuklar yeterli bilişsel, duygusal, sosyal ve fiziksel gelişimi sağlayamadığından ilköğretimde sunulan becerileri edinemezler. Bu yaş çocuklarının önemli bir bölümünün henüz tuvalet alışkanlığı kazanmamış, kural algısı oluşmamış, kalem tutma becerisi edinmemiş, oyun çağındaki çocuklardan oluştuğunu defalarca belirttik. Ancak, eğitim uzmanlarının, bilim insanlarının ve sendikaların bu yöndeki uyarılarına kulak tıkayan Milli Eğitim Bakanlığı, 66-71 aylık 600 bin çocuğu otomatik olarak ilkokula kaydetmiştir. Böylece çocuklarımız, renkli ve eğlenceli anaokulu yerine yoğun müfredatlı, kalabalık sınıflara mahkûm edilmektedir.
        Ayrıca Bakanlık, okulların fiziki yapılarında ve müfredat programlarında hiçbir hazırlık yapmadan uygulamayı başlatmıştır. Okulların fiziki koşulları; merdivenleri, tuvaletleri, lavaboları, sıraları ve tahtaları 5 yaş çocuğu için uygun hale getirilmemiştir.
        66 aylık çocukların başladığı uyum eğitiminin ilk gününde okullarda yaşananlar bütün bir yılın öğrenciler, veliler ve öğretmenler için sıkıntılı geçeceğini ortaya koymuştur. 
        Öte yandan bu yıl, farklı fiziki ve zihinsel gelişimdeki üç farklı yaş grubu öğrenci aynı sınıflara kaydedilmiştir. İlk ve ortaokullar, farklı yaş gruplarındaki çocukların bir arada bulunmaması gerekçesiyle ayrılırken, 5,6,7 yaşlarındaki çocuklarımızın aynı sınıflarda okutulması ilginçtir.
Okula başlama yaşının bir yıl öne çekilmesi ile 2012-2013 eğitim öğretim yılında 1. sınıfa başlayacak çocukların sayısı da ikiye katlandı. Derslik açığı sorunu giderilememişken, yeni sistemle sınıf mevcutları bazı okullarda 70-80’e çıkmıştır. Bu kadar kalabalık sınıflarda, sağlıklı bir eğitim sürecinin yürütülmesi mümkün değildir. 

Mesleki Yönlendirme Kocaman Bir Yalandır
        
        Yeni sistemde ilköğretimin ikinci kademesinde okul türlerinin çeşitlenmesi beklenirken, amacın yalnızca İmam-Hatip ortaokullarının açılması olduğu anlaşılmıştır. Yayınlanan genelge ve yönetmeliklerde, imam hatip dışındaki meslek liselerinin orta kısımlarının açılması ile ilgili hiçbir şekilde söz edilmemektedir.
        Yine yayınlanan ilkokul ve ortaokullar ders çizelgesinden de anlaşılacağı gibi meslek denilince Milli Eğitim Bakanlığı’nın aklına yalnızca imamlık gelmektedir. Eğitim Bilimleri açısından bir öğrencinin kendini objektif olarak tanıması, sahip olduğu potansiyeli açığa çıkararak kendini gerçekleştirmesi ve ussal mesleki kararını temel eğitim içerisinde (5-13 yaşına kadar geçen sürede) vermesi olanaklı değildir. Bilimsel araştırmalar, ergenlerde duygusal dayanaklı karar verme, sürekli değişen kararlar konusunda 17-18 yaşlarında durulmaya başlandığı, davranışlarında gerçekçi, bilimsel olmasının ve kararlılık göstermesinin bu dönemde başladığını saptamaktadır. Bu durum bize mesleki yönlendirmenin orta öğretimin (lise) son yıllarına doğru yapılmasının doğru ve bilimsel olacağını göstermektedir. Avrupa ve gelişmiş ülkelerde mesleki yönlendirmenin ortaöğretimin son yıllarında yapılması bu nedenle bir rastlantı değildir.
        Ayrıca, kademeler arası geçişte belirsizliklerin olması, birinci kademeden sonra da bir seçme ve yerleştirme sınavının da yapılacağı anlamına gelmektedir. Böylece çocuklarımız sınav kaygısını daha erken yaşlarda yaşayacaklar ve bu sınava hazırlanmak için dershanelerle daha erken tanışacaklardır. Sınavların, çocuklarımızın ruh sağlığı üzerinde yarattığı olumsuz etkiler giderek artacaktır.

Öğretim Birliği Parçalanmaktadır
        
        Yapılan değişim ilköğretim kurumlarını ilkokul, ortaokul ve imam-hatip ortaokulu olarak tanımlamaktadır. Bu durumda 8 yıllık kesintisiz eğitimle tek bir kurum olarak bütünleştirilen ilköğretim kurumları, ilkokul, ortaokul ve imam-hatip ortaokulu biçiminde dağıtılmıştır.
        Gereksinim olduğu konusunda somut bir veri olmadığı halde İHO’ların kurulmasına öncelik verilmesi, cumhuriyet eğitiminin temelini oluşturan öğretim birliğini ortadan kaldırmıştır.
        AKP, yandaş Milli Eğitim Müdürleri aracılığıyla İHO’lara velileri ve öğrencileri özendirmek için promosyon kampanyaları da başlatmıştır.
9 yaşında, iyiyi kötüyü, doğruyu, yanlışı ayırma gücüne sahip olmayan, dolayısıyla tercih seçeneği olamayacak çocuklar, ailesinin etkisinde kalarak, belirli bir mesleği yapmaya yani imam ve hatip olmaya zorlanacaktır.
        Diğer yandan, İlköğretim Kurumları Yönetmeliği’nde yapılan bir değişiklik ile ilkokulu bitirip imam hatip ortaokuluna giden bir öğrenci, bir yıl boyunca hafızlık kursuna devam etmesi durumunda, bu sürenin zorunlu eğitim kapsamında değerlendirileceği ve bu bir yıllık sürenin öğretim hayatında bir kayıp meydana getirmemesi için o sınıfa ilişkin derslerin tamamlattırılması için okul müdürlerinin gerekli önlemi alacağı hükmü getirilmiştir.
        Böylece henüz 9-10 yaşındaki çocukların beyinleri tarikat-cemaat yurtlarında yıkanacak, Başbakan’ın da sözünü ettiği dindar(dinci) ve kindar gençlik yetiştirilecektir.

Kılık Kıyafet Yönetmeliği Delinecek, Türban Tüm Okullara Girecektir
    
        İlk ve ortaokullarda okutulacak derslerle ilgili çizelgelerin bilimsellikle ve pedagoji ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Ders çizelgeleri hazırlanırken, okutulacak zorunlu ve seçmeli ders saatleriyle ilgili çok yanlış uygulamalar yapılmıştır. 
        İlköğretim Kurumları Haftalık Ders Çizelgesi içeriği ve hazırlanışı bakımından doğrudan doğruya siyasi bir amaca hizmet etmektedir.
Bu nedenle hazırlanan ders çizelgeleri var olan sorunları çözmek bir yana, yeni sorunlar ve bir kargaşa ortamı yaratacaktır. 
        Yeni sistemde 1. ve 5. sınıfa başlayan öğrenciler yeni ders çizelgesine göre eğitim görecek. Seçmeli dersler ortaokul 5-8. sınıflarda alınabilecek ve her sınıfta haftada en fazla 8'er saat ders seçilebilecek. Öğrencilerin, yöneticiler tarafından “Din, Ahlak ve Değerler” alanındaki toplam 6 saatlik derslere yönlendirileceği muhakkaktır. 2 saat de zorunlu “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersi alacak olan öğrenci, toplamda 8 saat, din alanıyla ilgili ders görmüş olacaktır. 
        Programa din içerikli derslerin girmesi, bu dersin tüm ortaokullar ile ortaöğretim kurumlarında yer alması, beraberinde tüm bu okullarda önceleri bu derslerde olmak üzere öğrencilerin “TÜRBAN” ile derslere girmelerini getirecek ve dolayısıyla tüm okullar zaman içerisinde imam-hatipleşme süreciyle karşı karşıya kalacaktır. Bu durumda güncel politik alanda kullanılacak ve yeni mağduriyet oyunlarının yaşanacağı politik bir süreç yaratılarak toplumun belli siyasi kanallara yönlendirilmesi sağlanacaktır.. Bu gelişim zaman içerisinde bizi, başta tüm kamu kurumlarında çalışan personelin TÜRBAN giymesiyle başlayan, zamanla devletin hızla dinselleşmesi gibi bir sürecin yaşanmasına sürükleyecektir. Hele hele bu süreçte mahalle baskısının ve devletin dinamiklerinin de yoğunluklu olarak kullanılmasını da dikkate alırsak sürecin çok hızlanacağı kaçınılmaz olacaktır.

Öğrenciler Yeni Ders Programının Yükünü Kaldıramaz

        İlköğretimde 30 saat olan haftalık ders sayısı, 5. ve 6. sınıflarda 36, 7. ve 8. sınıflarda 37 saate çıkarılmıştır. Buna göre  7, 8. sınıf öğrencileri haftanın üç gününde 7, iki gününde ise 8 saat ders görecektir. 5. ve 6. sınıflar ise haftanın dört gününde 7, bir gününde ise 8 saat ders işleyecektir. 
        İkili eğitim yapan okullar bu ders yükünü kaldıramayacak, sabahçı çocuklar çok erken saatlerde derse başlayacak, öğlenci çocuklar ise çok geç saatlerde çıkacaktır. Her dersin 40 dakika olduğu ve iki ders arasında en az 10 dk. teneffüs süresi olduğu, beslenme teneffüsünün 20 dakikadan az olamayacağı, sabahçı grubun okulu boşaltması, öğlenci grubun girmesi için 20 dk. süre gerektiği de dikkate aldığında birinci dersin, güneş doğmadan 5.40’ta başlaması gerekecek. Öğlenciler ise 19.20’ye, yani güneş battıktan sonraya, kadar ders görmek zorunda kalacaktır. 
        Kışın eve yürüyerek gidip gelen öğrenciler düşünüldüğünde sabahın karanlığında okula gelen ya da akşamın karanlığında çıkacak çocukların durumu göz ardı edilmiştir. 

Sınıf Öğretmenleri Norm Fazlası Durumuna Düşmüştür
 
        Okul dönüşümleri nedeniyle binlerce öğrencimiz okullarından olmuş, yine binlerce öğretmenimiz norm kadro fazlası durumuna düşmüştür. Bu durum hem okuttuğu sınıfı bırakmak zorunda kalan öğretmenleri hem de okullarından uzaklaştırılan öğrencileri mağdur edecektir. 
        Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in “Norm kadro fazlası olmayacağı” yönündeki açıklamasına rağmen, Bakanlığın açıkladığı verilere göre 29 bini sınıf öğretmeni olmak üzere 68 bin öğretmen norm fazlası durumuna düşmüştür.
        Ancak norm fazlası öğretmenlerin görevlendirmelerinde de belli ölçütlere uyulmamakta, Milli Eğitim Müdürlükleri tarafından keyfi uygulamalar yapılmaktadır.

Eğitimde Var Olan Sorunlara Çözüm Getirilememiştir

        Bütün bunların yanı sıra eğitimin ve eğitim çalışanlarının var olan sorunları yine devam etmektedir. Özür gurubu atamaların yılda bir defaya mahsus yapılması ve sağlık ve özür gurubu atamaların bunların dışında tutulması; eğitim çalışanlarına reva görüler yoksulluk sınırı altındaki ücretler; Eğitim sistemimizin atardamarları olan öğretmenlerimize yönelik küçük düşürücü söz ve davranışlar; ek ders uygulamasında yaşanan haksızlıklar; okullarımızın fiziki olarak yetersiz oluşu ve özellikle bu yeni yasayla eğitim sistemine katılan yaklaşık 350 bin yeni öğrencinin yaratacağı kalabalık sınıflar; ödenek ayrılmayan ve nerdeyse “ne haliniz varsa görün” denilen okul yöneticileri; yandaş kayırmaları…
        Ataması yapılmayan binlerce öğretmen adayı sokaklarda gezmekte, ama ücretli öğretmen uygulaması da devam etmektedir.

Memur ve Hizmetlilerle İlgili Düzenlemeler Yapılmamıştır
    
        Memur ve hizmetlilerle ilgili herhangi bir hizmet tanımının yapılmamış olması ve bu alanda çalışan eğitim emekçilerinin mesleki yükselişlerinin belirlenmemiş olması ciddi bir sorun olarak ortada durmaktadır. Yine bu alanda yeni işe alımların olmaması, ya bu hizmetlerin çok az sayıda personelle yürütülmesine ya da çok az ücretlerle sözleşmeli personel çalıştırılmasına neden olmaktadır.
        Sene başında öğretmenlere ödenen eğitim-öğretim ödeneğinin en az bir maaş tutarında ve herhangi bir ayrım gözetilmeden tüm eğitim çalışanlarına ödenmelidir.

Talim Terbiye Kurulu Yol Geçen Hanına Dönmüştür

        Cumhuriyetten bu tarafa milli eğitime yön veren, milli eğitimle ilgili programların oluşturulması, yayınların, ders kitaplarının incelenip değerlendirilmesi konularında etkin olan Talim Terbiye Kurulu, kadrolaşma hareketiyle milli eğitimi özelleştirme ve dinselleştirme aracı haline getirilmiştir.
        Bakanlık, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı Yönetmeliği ile Ders Kitapları Yönetmeliği’nde yaptığı değişikliklerle, Atatürk ve laiklik karşıtı olduğunu bir kez daha tescillemiştir. Artık ders kitapları hazırlanırken, “Atatürk ilke ve inkılaplarına; laik, sosyal hukuk devletine uygun olma kriteri” aranmayacak. Burada temel amaç; Türk ulusuna Atatürk’ü unutturarak, ulusal kimliği yok etmektir. Yaşanan sivil anayasa tartışmalarını da düşünürsek, bu değişikliklerle Türkiye’nin etnik ve dini temelde bölünmesine zemin hazırlanmaktadır. Hiç kuşkusuz yeni yönetmeliklerle yapılan değişiklikler, anayasal bir suçtur.
        Çıkarılan yeni yönetmelikle Talim Terbiye Kurulu’nda görevli eğitim çalışanları mağdur edilmiş ve pek çok hak kaybına uğratılmıştır. 

Üniversiteler Bilim Yuvası Olmaktan Çıkarılmıştır
        Üniversite özerkliğinin başında Demoklesin kılıcı gibi duran YÖK iktidarın çiftliği durumuna getirilmiştir. Yaptığı uygulamalarla üniversiteleri bilim üreten kurumlar değil, yandaş yetiştiren kurumlar haline getirmiştir. Yandaş olmayanların üniversitelerde bilim üretmeleri nerdeyse imkânsız hale gelmiştir. YÖK, bilim insanlarının sorunlarını çözmediği gibi pek çok bilim insanı YÖK’ten dolayı ciddi sorunlar yaşamaktadır.
        Rektör atamalarında, TÜBİTAK ve TÜBA gibi kurumlarda da iktidar yandaşı bir yapılanma yaşanmakta, iktidara uyum sağlamayanlar tasfiye edilmektedirler. Kısaca bilimin kolu bacağı YÖK eliyle bizzat siyasal iktidar tarafından budanmaktadır.
        Sayın Bakan, bunların hiçbiri yokmuş gibi her şey güllük-gülistanlıkmış gibi göstermekte, var olan bu sorunlara çözüm getirecek hiçbir uygulama yapmamaktadır. Kendilerine her fırsatta dayanak yaptıkları şura kararlarından yalnız siyasi amaçlarına uygun olanları görüp diğerleri yokmuş gibi davranmak ne kadar samimi olduklarının göstergesidir. Bu iktidarın ve onun Milli Eğitim Bakanı’nın yegâne eseri “eğitimde kaos”tur.
        Eğitim-İş olarak bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da eğitimin ve eğitim çalışanlarının sorunlarının takipçisi olacağımızı, haksızlığa uğrayan tüm eğitim çalışanlarının yanında olacağımızın bir kez daha altını çizmek istiyoruz.
        Bu duygu ve düşüncelerle tüm eğitim çalışanlarının ve öğrencilerimizin yeni eğitim-öğretim yılını kutluyor; yeni eğitim-öğretim yılının ülkemize ve ulusumuza güzellikler getirmesini diliyoruz.
                                                        
MERKEZ YÖNETİM KURULU

Basın Metni İçin Tıklayınız