Yükseköğretim

Anayasa Mahkemesi’nden Akademisyenlerin Disiplin Hükümlerine ve YÖK Başkanının Doğrudan Soruşturma Yetkisine İlişkin İptal Kararı hakkında Eğitim İş İzmir Bölge Avukatı ve Yükseköğretim Uzmanımız Ozan Karakaya ile degerlendirmemizdir.

TBMM üyeleri Engin Altay, Levent Gök, Özgür Özel ve 130 Milletvekilinin başvurusu ile açılan Anayasa Mahkemesi Başkanlığının 2017/33 Esas sayılı iptal davası, mevzuatta yer alan 10 farklı düzenlemenin iptali istemlidir. Bu istemlerin 2547 sayılı Kanunda yer alan düzenlemelere ilişkin olan; “2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 53. maddesinin (1), (2), (3), (4) ve (6) numaralı bentlerinde yer alan “657 sayılı Kanundaki fiillere ilave olarak... ” ibarelerinin, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 53/Ç maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinin birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE karar verilmiştir.

İPTAL GEREKÇESİ VE DEĞERLENDİRME

A. 53. MADDE BENTLERİ BAKIMINDAN

53. Maddede yer alan “657 sayılı Kanundaki fiilere ilave olarak” ibaresi esasen kanun yapma tekniği ve hukuk devletinin temel kuralı olan BELİRLİK esasına hali hazırda aykırılık teşkil etmekteydi. Öte yandan inceleme konusu talepte ve karar gerekçesinde de belirtildiği üzere, “Üniversite öğretim elemanlarının memur statüsünde olmadığı halde bu statüye ilişkin disiplin hükümlerine tabi tutulmalarının amacı aşan bir düzenleme olduğu, akademik özgürlük ve güvencelerin hiyerarşik ilişkinin ve bürokrasinin hakim olduğu devlet memurluğu statüsü altında mümkün olamayacağı, 2547 sayılı Kanun kapsamındaki personelin her iki Kanun’u dikkate almak zorunda bırakıldığı, bu itibarla gerek 657 sayılı gerekse 2547 sayılı Kanun’da benzeri fiilleri işleyenlere benzer cezaların verileceği hükmünün yer almasının belirliliği ortadan kaldırdığı” açıktır.
2547 sayılı Kanunun ilgili disiplin hükümlerinin düzenleme gerekçesinde ”..öğretim elemanlarına ilgili mevzuat ile yüklenen ödevlerin diğer kamu personeline nazaran farklı nitelikte olması sebebiyle uygulanacak disiplin hükümlerinin de bu meslek sınıfının özelliklerini gözetmesi gerektiği...” yer almaktayken öğretim elemanlarının 657 sayılı Kanunda sayılan fiillere ve düzenlemelere tabi tutulması 2547 sayılı kanunun düzenlenme amacına başlı başına aykırılık teşkil etmekteydi. İptal kararında, 657 sayılı Kanunun uygulanmasında ortaya çıkan çelişkilere ilişkin örnekler de sunulmuştur. Bunlardan bazıları; “657 sayılı Kanun’un 125. maddesinin birinci fıkrasının (B) bendinin (m) alt bendinde “Yetkili olmadığı halde basına, haber ajanslarına veya radyo ve televizyon kurumlarına bilgi veya demeç vermek” kınama cezasını gerektiren fiiller arasında sayılmıştır. Söz konusu alt bentte herhangi bir ayrım ya da sınırlamaya yer verilmemesi nedeniyle bilimsel nitelik arz etmeyen konular ya da üniversite tüzel kişiliği adına yapılan açıklamalar dışında kalan bilimsel alana ilişkin açıklamaların da yaptırıma tabi kılındığı anlaşılmaktadır. Bir öğretim elemanının bilimsel faaliyet alanına ilişkin bir konuda basın veya medya aracılığıyla kamuoyuna açıklamada bulunmasının disiplin yaptırımına bağlanması Anayasa’nın 27. maddesinde güvence altına alınan bilim hürriyeti ile bağdaşmamaktadır.”
“ Anayasa’nın 68. maddesinin altıncı fıkrasında da “Yükseköğretim elemanlarının siyasi partilere üye olmaları ancak kanunla düzenlenebilir. Kanun bu elemanların, siyasi partilerin merkez organları dışında kalan parti görevi almalarına cevaz veremez ve parti üyesi yükseköğretim elemanlarının yükseköğretim kurumlarında uyacakları esasları belirler.” hükmü yer almaktadır. Bu kapsamda 2547 sayılı Kanun’un 59. maddesinde parti faaliyetinde bulunmamak, parti propagandası yapmamak ve birtakım idari görevlerde bulunmamak kaydıyla yükseköğretim kurumlarındaki öğretim elemanlarının siyasi partilere üye olabilecekleri düzenlenmiştir. 657 sayılı Kanun’un öğretim elemanları hakkında uygulanması öngörülen 125. maddesinin birinci fıkrasının (E) bendinin (c) alt bendine göre ise siyasi partiye girmek devlet memurluğundan çıkarılmayı gerektiren fiiller arasında gösterilmiştir. Dava konusu ibare yoluyla da anılan fiil 2547 sayılı Kanun kapsamında kamu görevinden çıkarma cezasını gerektirmektedir. Diğer taraftan 2547 sayılı Kanun’un 53. maddesinin (b) fıkrasının (4) numaralı bendinin (ı) alt bendinde “Kanunların izin verdiği haller dışında siyasi partilere üye olma” fiili kademe ilerlemesinin durdurulması veya birden fazla ücretten kesme cezasının dayanağı olarak gösterilmiştir.”
“657 sayılı Kanun’da uyarma cezasını gerektiren haller arasında “Özürsüz veya izinsiz olarak göreve geç gelmek, erken ayrılmak, görev mahallini terk etmek” ve “Belirlenen kılık ve kıyafet hükümlerine aykırı davranmak” fiilleri yer almaktadır. Ancak hiyerarşiye dayalı ve sınırları daha net çizilebilen çalışma koşulları içinde görev yapan memurlar ile yürüttükleri hizmetin niteliği gereği Anayasa’da ayrıca düzenlenen ve bilimsel özerklik temelinde farklı bir konumda değerlendirilen öğretim elemanlarına kılık ve kıyafet ile çalışma saatlerinin belirlenmesi konusunda aynı ölçütlerin uygulanamayacağı açıktır. Bu nedenle öğretim elemanları hakkında kılık ve kıyafet ile çalışma saatleri ve biçiminin belirlenmesi konusunda memurlar için öngörülen düzenlemelerin aynen uygulanmasında Anayasa’nın 130. maddesine uygunluk bulunmamaktadır.”
Verilen örneklerde görüleceği üzere iptal edilen hükümlerin mevcudiyeti öğretim elemanlarının; “demeç verme yasağı, siyasi partilere üye olma yasağı, kılık kıyafet ve mesaiye tabi olma” gibi normlara uygun hareket etmeleri zorunluluğunu ortaya çıkarmakta olup bahsi geçen hususlar işin niteliğine ve kanunun düzenlenme amacına aykırılık teşkil etmektedir.
İptal edilen söz konusu ibareler, “14.01.2015 tarihli Anayasa Mahkemesi kararıyla, yükseköğretim kurumlarında görevli öğretim elemanları ve idari personele uygulanacak cezaların yönetmelikle düzenlenmesinin anayasaya aykırı olduğunun tespiti ve iptali üzerine” 2547 sayılı kanuna ilave edilmiş olup, yapılan tadil Yükseköğretim Kurumlarının özerk yapısı ve kamu personellerinin yapmış oldukları işin farklı nitelik taşıdığı gözetilmeksizin gerçekleştirildiğinden mevcut duruma gelinmiştir. İptal kararı 17.07.2019 tarihinden 9 AY SONRA yürürlüğe girecek olup, yapılacak yeni düzenlemenin tabiri caizse bir yamadan çok disiplin hükümlerinin tekrar gözden geçirilmesi ile gerçekleştirilmesi daha yerinde olacaktır.

B. 53/Ç MADDESİ BAKIMINDAN

Anayasa Mahkemesi’nin mevcut kararıyla “Aylıktan veya ücretten kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması veya birden fazla ücretten kesme, üniversite öğretim mesleğinden ve kamu görevinden çıkarma cezaları gerektiren fiillerle ilgili olarak öğretim elemanları hakkında Yükseköğretim Kurulu Başkanı disiplin amiri sıfatıyla doğrudan soruşturma açabilir.” cümlesi iptal edilmiştir.
Yükseköğretim Kurulu öğretim elemanlarının doğrudan disiplin amiri olmayıp, 2547 Sayılı Kanundaki bu hüküm Yükseköğretim Kurumlarının özerk yapısına ve bilimsel akışına aykırılık teşkil etmekteydi. İptal başvurusunda, Üniversite çalışanlarına, keyfi soruşturma açılmasına imkan tanıyan, YÖK’ün akademik personel üzerinde doğrudan baskı oluşturmasına yol açan bu kuralın Anayasa’nın 130. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
T.C. Anayasası’nın 130. maddesinde “çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile kurulan üniversitelerin kamu tüzel kişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip olduğu belirtilmiştir. Ayrıca anılan maddenin dokuzuncu fıkrasında öğretim elemanlarının atanmaları ve disiplin işleri de dahil olmak üzere üniversiteler ve öğretim elemanları ile ilgili birçok hususun kanunla düzenleneceği kuralına yer verilmiştir.”
Anayasa’nın söz konusu maddesinin gerekçesinde İse “...Üniversiteleri, devletin gözetim ve denetimi altında, kendi organları eliyle yönetilmesi, öğretim üye ve yardımcılarının göreve alınmaları, yükseltilmeleri ve görevlerine son verilmesinin kendi organları tarafından yürütülmesi de bilimsel özerkliğin bir gereği olarak belirtilmiştir./ Üniversitelerde öğretim ve eğitimin özgürlük ve güvenlik içinde yürütülmesi, yurt düzeyinde yaygınlaşan üniversitelerin öğretim üye ihtiyaçlarının dengeli biçimde, ülke ihtiyaçları ve kalkınma planı gerekleri dikkate alınarak karşılanması konularının ve genel olarak Devletin üniversiteler üzerindeki gözetim ve denetim yetkilerinin düzenlenmesi konuları, bilimsel özerklik dikkate alınmak suretiyle kanun koyucuya bırakılmıştır” denilmektedir. Bu itibarla bilimsel özerklik kabul edilmiş, iş güvencesi ve liyakat denetimi Yükseköğretim Kurumlarının KENDİ ORGANLARINA bırakılmıştır.
Yükseköğretim Kurulunun görevi ise Anayasa’nın 131. Maddesi gereği, “Yükseköğretim kurumlarının öğretimini planlamak, düzenlemek, yönetmek, denetlemek, yükseköğretim kurumlarındaki eğitim-öğretim ve bilimsel araştırma faaliyetlerini yönlendirmek bu kurumların kanunda belirtilen amaç ve ilkeler doğrultusunda kurulmasını, geliştirilmesini ve üniversitelere tahsis edilen kaynakların etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak ve öğretim elemanlarının yetiştirilmesi için planlama yapmak” şeklindedir.
Üniversite tüzel kişiliğini temsile yönelik idari bir görevi bulunmayıp salt akademik faaliyet yürüten öğretim elemanlarının bazı disiplin fiilleriyle ilgili olarak YÖK Başkanına doğrudan soruşturma açma yetkisi tanınması, YÖK’ün üniversiteler üzerinde sahip olduğu denetim yetkisini genişletmekte ve hatta sınırsız hale getirmektedir. YÖK’ün görevi ve kuruluş amacı öğretim elemanlarını denetlemek değil, Yükseköğretim Kurumlarının tüzel kişilik çerçevesinde denetimini sağlamaktır. YÖK başkanının iptal kararından önceki yetkisi kararda belirtildiği üzere “Anayasa’da bilimsel özerkliğe sahip olduğu belirtilen üniversitelerin iradesini zayıflatacak ve öğretim elemanlarının akademik kaygılar dışında bir endişe taşımaksızın görev yapma imkanını zedeleyebilecek niteliktedir.” Söz konusu iptal kararı Resmi Gazetede yayımlanmakla yürürlüğe konmuş bir başka deyişle, ilgili hüküm ortadan kalkmıştır.
Bu itibarla Anayasa Mahkemesinin iptal kararları, bilimsel özerkliğin yanı sıra “belirlilik” ve “hukuki güvenilirlik” bakımından da umut vericidir. Buna karşın, ilgili ilkelerin ve bilimsel özerkliğin ne denli korunacağı Anayasa Mahkemesinin öngördüğü 9 Aylık sürede yapılacak olan yeni düzenlemelerin şekillenmesiyle ortaya çıkacaktır.

C. İDARİ PERSONELLER BAKIMINDAN EK DEĞERLENDİRME

2547 Sayılı Kanunun 51. Maddesinde, “Yükseköğretim üst kuruluşlarında başkana, üniversitelerde rektöre bağlı, merkez yönetim örgütünün başında bir genel sekreter ve hizmetlerin gerekli kıldığı daire başkanları, müdürler, danışmanlar, hukuk müşavirleri, uzmanlar ile büro ve iç hizmet görevlerini yapmak üzere, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi memurlar ve diğer görevliler bulunur.” ifadeleri yer almaktadır.
Ancak, bu memurlar her ne kadar 657 sayılı yasaya tabi olsalar da Anayasamıza göre "özerk kuruluş" olan üniversitelerde görev yapmaları sebebiyle, başta atama ve yer değişikliği hususları olmak üzere 657’ye tabi memurların yararlandığı bir kısım haklardan yararlanamamaktadırlar. Konu disiplin cezası ve soruşturmaları olduğunda ise hem muhakeme yöntemi hem de disiplin hükümleri bakımından 657 sayılı kanun ve ceza soruşturma izinleri bakımından 4483 Sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uygulanmaktadır.
Oysaki 2547 Sayılı Kanunun 53-b bendinde “Devlet ve vakıf yükseköğretim kurumlarının öğretim elemanları, memur ve diğer personeline uygulanabilecek disiplin cezaları uyarma, kınama, aylıktan veya ücretten kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması veya birden fazla ücretten kesme, üniversite öğretim mesleğinden çıkarma ve kamu görevinden çıkarma cezalarıdır.” ifadeleri kullanılmaktadır. Yükseköğretim Kurumlarında görev yapan 657 Sayılı Kanuna tabi çalışan personellere uygulanabilecek disiplin cezaları da 2547 Sayılı Kanun da sayılmıştır. Yükseköğretim Kurumlarının bir bütün olarak değerlendirilmesi ve özerk yapının bilimsel özerkliğin sürdürülebilmesi için gereken “işleyişte özerkliğin” de korunması gerektiği kanaatindeyiz. Bu itibarla 2547 Sayılı Kanunda, 657 Sayılı Kanuna tabi olarak çalışan memurların (idari personellerin) da disiplin hükümlerinin düzenlenmesi, Yükseköğretim Kurumlarının çalışma prensiplerine ve her alanda olduğu gibi farklı dinamiklerine uygun yaklaşımlar getirilmesi gerektiği açıktır.
Anayasa Mahkemesinin disiplin hükümlerine ilişkin arka arkaya vermiş olduğu iki iptal kararı esasen, sadece mevcut hükümler ve cümleler yönünden değil, disiplin hükümlerinin işin niteliğine uygun ve özerk yapıya zarar vermeyen şekilde tekrar ele alınmasının gerekliliğini göstermektedir. 25.07.2019

Eğitim iş İzmir 4 nolu Yükseköğretim şubesi

ÜNİVERSİTELERDE TOPLU SÖZLEŞME İSTİYORUZ!!

Üniversiteler belediyeler gibi döner sermaye ve özgelirleri olan kurumlardır. Yıllardır süren hukuki mücadeleler sonucunda belediyeler toplu sözleşme hakkına kavuşmuştur.

Yetkili ve etkili sendika Eğitim İş izmir 4 No'lu Yükseköğretim Şubesi olarak Kamu İdari Kurulu Toplantımızın ilk gündemi toplu sözleşme talebi olmuştur. DEÜ Rektörlüğü'ne başvurumuzu yaptık. Uzun sürecek bir mücadele sonunda bizler de toplu sözleşme hakkımıza kavuşacağımızı biliyoruz.

17 Ekim 2005’ten bugüne emeğimiz ve geleceğimiz için canımız pahasına mücadele ettik.

Kamu emekçilerinin toplu sözleşme yapma haklarının bulunduğu yönündeki ILO Sözleşmeleri ve Avrupa Sosyal Şartı doğrultusunda Türk yargısında da karşılık bulmuş ve Anayasamızın 90. maddesi kapsamında bu sözleşmelerin iç hukuk kuralı olarak uygulanmasını öncelikli ilke olarak belirlenmiştir.

Yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Demir-Baykara/Türkiye davasına ilişkin kararında sendikaların maaş konusunun da içinde bulunduğu çalışma koşullarına ilişkin toplu görüşme yapma hakkına sahip olmaları gerektiğini ifade etmiştir. Bu gelişmeler ardından Türkiye’de öz gelirleri olan birçok belediye toplu sözleşme yapmaya başlamıştır. Üniversitelerin de belediyeler gibi döner sermaye ve özgelirleri olduğu göz önüne alındığında Dokuz Eylül Üniversitesi’nde de toplusözleşme yapılması olanağı bulunduğu görüşündeyiz.

Öyle ki; Dokuz Eylül Üniversitesi bu durumda Türkiye’de toplu sözleşme yapan ilk üniversite olmak onurunu kazanmak yanında sözleşmede çalışanların maddi kazançlarından çok yerleşkelerde günlük yaşamı olumsuz etkileyen sorunları kalıcı şekilde çözüme kavuşturabilme şansı yakalayacaktır. Bu durum inanıyoruz ki, kurum içindeki çalışma iklimini olumlu yönde etkileyecek; öğretimin niteliğini, yayın sayısını ve kalitesini, işgörenlerin çalışma standartlarını en üst seviyeye çıkaracaktır.

Eğitim İş İzmir 4 No’lu Yükseköğretim Şubesi araştırması olan Eğitim Kurumlarında SİNİZM VE ÖRGÜTSEL SESSİZLİK araştırma sonuçlarını Öğretim Üyesi Prof. Dr. Özlem Çakır’ın sunumu ile paylaştık.Türkiye’de farklı illerden Öğretmen, Akademik ve İdari teknik personelin anket doldurarak katıldığı araştırmaya katılan tüm Eğitim ve Bilim İşgörenlerine teşekkür ederiz. Prof. Dr. Özlem Çakır’a çok teşekkür ederiz. Anket verilerini bilgisayara aktarmamıza yardımcı olan işyeri temsilcilerimize şubemiz yöneticilerine çok teşekkür ederiz. Araştırma sonuçlarını açıkladığımız bu gecemizde bizleri yalnız bırakmayan tüm dostlarımıza çok teşekkür ederiz. Araştırma hakkında özet bilgileri de burada paylaşmak isteriz.

EĞİTİM KURUMLARINDA ÖRGÜTSEL SİNİZM DÜZEYİ VE ÖRGÜTSEL SESSİZLİK İLE İLİŞKİSİ

Eğitim kurumlarında “örgütsel sinizm ve örgütsel sessizlik” düzeylerini belirlemeye yönelik yapılan araştırmada amaç, son yıllarda kamu personelinde gözlemlenen motivasyon eksikliği ve verimlilik düşüşünün nedenlerini sinizm ve sessizlik üzerinden belirlemek ve edilen bulgular doğrultusunda politika ve öneriler geliştirmektir. Örgütsel sinizm, çalışanların kurumlarına ilişkin olarak hissettikleri olumsuz duygular ve bu duygulara bağlı olarak geliştirdikleri düşünceler ve davranış biçimlerini ele alan bir olgudur. Örgütsel sessizlik ise bireylerin örgütlerinde olan biten olay ve işlemlere karşı söylemsel ve davranışsal tepkiler vermeyişleri olarak ifade edilmektedir. Her iki tutum da olumsuz karakterde olup, personelin bireysel performanslarını düşürmekte, kurumların verimlilik düzeylerini azaltan bir etki yaratmaktadır. Araştırma konusu seçimindeki bilimsel merakın temelinde genel olarak kamu personelinin kamu hizmetini yerine getirirken, işine giderken olumsuz iş tutum ve davranışlarına sahip olmaları ve iş dışı özel yaşam alanlarında da benzer olumsuz duygularla hareket etmelerine ilişkin gözlemdir. Eğitim, toplumda en önemli kamu hizmetlerinden biridir. Bu hizmetin sağlıklı bir şekilde sunulabilmesinin ön koşullarından biri personelin motivasyon ve moral düzeyinin yüksek olmasıdır. Örgütsel sinizm ve sessizlik ise bu durumun tersi bir ortam yaratma potansiyeli olan olgulardır.

Örgütsel sinizm eğitim kurumlarında ortaöğretim ve lise öğretmenleri ve üniversitelerde akademisyen ve idari personelin çalışma isteksizliği ve motivasyon düşüklüğünün kökeninde kurumlarına ilişkin hissettikleri sinik duygu ve düşünceler gelmektedir. Araştırma Türkiye çapında gerçekleştirilen alan araştırmasında 609 kişi ile gerçekleştirilmiştir. Katılımcıların mesleki konumları ise şöyldir: % 31,4 oranında (191 kişi) ilköğretim öğretmenidir. Bu gruptaki öğretmenler 4+4 eğitim sistemi içinde temel eğitim seviyesi öğretmenlerini kapsamaktadır. Örneklemin %29,2’si (178 kişi) lise öğretmeni, % 27,3’ü kadrolu idari personel statüsünde iken %7,1’lik orandaki katılımcı ise öğretim üyesi statüsündedir.

Araştırma elde edilen bulgular eğitim sektöründe görev yapan kamu personelinde sinizm düzeylerinin duygusal, bilişsel ve davranışsal açıdan yüksek olduğu ve örgütsel sessizlik nedenleri ile anlamlı bir ilişkiye sahip olduğu şeklindedir. Örgütsel sinizmde düşünce boyutunu ilk sırayı alırken, davranışlar ikinci, duygular ise üçüncü sırada ortalama puana sahiptir. Kurumlarına karşı olumsuz duygu, düşünce ve davranışlar içinde olan personelin aynı zamanda yöneticiler ile iletişimlerinde de sessizliği tercih ettikleri görülmektedir. “Genel olarak iş veya işyerinizle ilgili konu, sorun ve endişeleriniz hakkında yöneticilerinizle rahatlıkla konuşabileceğinizi hissediyor musunuz?” sorusuna verilen yanıtlarda “genellikle evet” cevabını verenler dışında cevap oranlarına bakıldığında “yöneticilerle konu, sorun ve endişeler hakkında rahatlıkla” görüşemeyeceğini düşünenlerin oranının yaklaşık %61 olduğu görülmektedir. “Yöneticilerinizle endişeli olduğunuz bir konuyu veya sorunu açıkça konuşamayıp sessiz kalmayı tercih etmeyi genel olarak ne sıklıkla yaşadınız?” sorusuna verilen cevaplarda katılımcıların %20’si hiçbir zaman sessiz kalmadığını belirtirken, %27,3’ü nadiren sessiz kaldığını belirtmiştir. Ancak bazen, genellikle ve her zaman cevaplarını verenlerin toplamı %52,7’dir. Hiç küçümsenmeyecek bir oranda sessiz kalmanın tercih edildiği görülmektedir. “Sorun yaratan/şikayetçi biri olarak değerlendirilme korkusu” sessizliğe etki eden nedenler arasında ilk sırayı alırken, “yöneticilere güvensizlik” ikinci sırada, “yöneticilerin en iyi ben bilirim tavrı” üçüncü sırada yer almaktadır.

Örgütsel sinizm madde ortalamalarında Çalıştığı kurumda söylenenler ile yapılanların farklı olduğuna inananlar çoğunluktadır. Çalıştığı kurumda, bir uygulama yapılacağı söyleniyorsa bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusunda kuşku duyanların sayısı fazla, çalıştığı kurumda çalışanlardan bir şey yapması beklenirken başka bir davranışın ödüllendirildiğine inananların sayısı fazladır.Sonuç olarak yapılan çalışma sonucunda eğitim kurumlarında Örgütsel sinizm düzeyinin yüksek olduğu görülmektedir. Ne yapalı konusunda ise; Eğitim kurumlarında örgütsel sinizm düzeylerinin düşürülmesi, işgörenlerin çalıştıkları kurumlara daha olumlu duygular hissetmelerini geliştirecek önlemler alınması, işgörenlerin yöneticilerle daha kolay ve etkin bir iletişim gerçekleştirme imkanı sağlanmasının eğitimin etkinliğinin arttırmada önemli katkı sağlayacağına inanmaktayız. Eğitim İş İzmir 4 No’lu Yükseköğretim şubesi.