Güncel Sendika Haberleri

14 Haziran, 2025

15-16 HAZİRAN RUHUYLA TÜM EMEKÇİLERİ MÜCADELEYE ÇAĞIRIYORUZ!

Bugün, Türkiye işçi sınıfının tarihindeki en kitlesel kalkışmanın, işçi sınıfının tarih sahnesine çıktığı günün 55. yıldönümündeyiz. 

15-16 Haziran 1970’te yüz binlerce işçi, sadece sendikalarına sahip çıkmakla kalmadı; emeğin onurunu, hak aramanın meşruluğunu ve örgütlü mücadelenin gücünü tüm ülkeye gösterdi. Dönemin siyasi iktidarı, 1967’de sınıf sendikacılığı anlayışıyla kurulan ve kısa sürede işçi sınıfı arasında güçlü bir örgütlenme sağlayan DİSK’in önünü kesmek için harekete geçti. İşçileri, sarı sendikalara bağımlı kılmak isteyen iktidar, Sendikalar Kanunu’nda değişiklik öngören bir yasa tasarısını Meclis’e sundu. Bu müdahale, açık bir şekilde işçilerin örgütlenme hakkına saldırı niteliği taşıyordu. Ancak hesap edemedikleri bir gerçek vardı: işçiler hiç olmadığı kadar örgütlü ve bu saldırıyı kabul etmeyecek kadar kararlıydı. İki gün süren büyük direniş sonucu, Anayasa Mahkemesi bu yasayı iptal etmek zorunda kaldı. 55 yıl önce büyük bir mücadele ile korunan haklar, ne yazık ki faşist 12 Eylül darbesi ile gasp edildi. 

Aradan geçen 55 yıla rağmen Türkiye, dünyada, sendikal hakların en yoğun biçimde ihlal edildiği ülkeler arasındaki yerini korumaktadır. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun (ITUC) yayımladığı 2025 Küresel Haklar Endeksi Raporu, baskı ortamının güncel ve çarpıcı bir örneğidir. 

Rapor, işçi hakları ve sendikal özgürlükler açısından dünya genelinde derinleşen bir krize işaret etmektedir. Türkiye, 2016’dan bu yana olduğu gibi bu yıl da Bangladeş, Belarus, Ekvador, Eswatini, Filipinler, Guatemala, Mısır, Myanmar ve Tunus ile birlikte, işçiler için en kötü şartların geçerli olduğu 10 ülke arasında yer almaktadır. Türkiye’nin ele alındığı bölümde, “sendikal nedenlerle kitlesel işten çıkarmalar, “toplu pazarlık hakkının engellenmesi”, “sendika üyeleri ve yöneticilerine yönelik keyfi tutuklamalar” ifadelerine yer verilmiş, işçilerin sendika karşıtı uygulamalara maruz kaldığı, sendikacılara yönelik asılsız suçlamalarla kovuşturmalar açıldığı ve şiddet tehdidiyle baskı altına alındığı vurgulanmıştır. 

Bugün emekçiler, yalnızca düşük ücretlerle değil, derinleşen yoksulluk ve insan onuruna yaraşır yaşam koşullarından uzak bir düzenle karşı karşıya bırakılmaktadır. Asgari ücret, temel ihtiyaçları karşılamaktan her geçen gün daha da uzaklaşırken, ortalama ücretler de asgari ücrete yaklaştırılarak emekçilerin yaşam standartları bilinçli şekilde düşürülmektedir.Emekçiler, uzun çalışma saatleri, fazla mesai dayatmaları ve iş güvencesinden yoksun istihdam biçimleriyle tükenme noktasına sürüklenirken; ağır vergi yükü nedeniyle zaten sınırlı olan gelirleri daha da erimektedir. Gıda, barınma, ulaşım ve enerji gibi temel yaşam kalemlerine yapılan fahiş zamlar karşısında milyonlarca emekçi, ay sonunu getirebilmek için borçlanmak zorunda kalmakta, sağlıklı beslenme ve barınma gibi en temel haklara erişim dahi lüks haline gelmektedir. Bu koşullarda emek sınıfı, emeğinin karşılığını alamamakla beraber;sosyal adaletin en temel göstergesi olan insanca yaşam hakkından da sistematik olarak mahrum bırakılmaktadır.

Türkiye’de emekçiler yalnızca ağır çalışma koşulları, düşük ücretler ve artan yaşam maliyetleriyle değil, aynı zamanda derinleşen gelir uçurumu ve adaletsiz bir bölüşüm düzeniyle de karşı karşıyadır. Emekçiler, yıllardır üretimdeki artışa ve milli gelirdeki büyümeye rağmen bu pastadan hak ettikleri payı alamamaktadır. Ekonomik büyüme, işçilerin değil sermayenin hanesine yazılmakta; emekçilerin sırtına bindirilen yüksek vergi yükü ve zamlarla bu adaletsizlik artarak ilerlemektedir. TÜİK’in verilerine göre, nüfusun en düşük gelir grubunu oluşturan yüzde 20’lik dilimi, milli gelirden yalnızca yüzde 6 pay alırken; en yüksek gelir grubundaki yüzde 20’lik kesim, milli gelirin yüzde 48’ini elinde tutmaktadır. Bu tablo, emeğin değil sermayenin korunduğu; sosyal devlet ilkesinin terk edildiği vahim bir eşitsizliği gözler önüne sermektedir. Gelir dağılımındaki bu uçurum, işçilerin satın alma gücünü düşürmekte, yoksulluğu kalıcı hale getirmekte ve sınıfsal ayrımı her geçen gün daha da derinleştirmektedir. 

Gıda fiyatlarındaki hızlı artış ve temel yaşam maliyetlerinin yükselmesi, emekçilerin geçimlerini sağlamakta ciddi güçlükler çekmelerine neden olmaktadır. Ancak bu durumun gerçek yüzü, resmi verilere yansıtılmamakta, hükümetin açıkladığı enflasyon rakamları gerçekte halkın yaşadığı ekonomik sıkıntıları gizlemektedir. TÜİK tarafından yayımlanan enflasyon verileri, özellikle temel gıda maddelerindeki fiyat artışları ve halkın günlük yaşamındaki zorlukları doğru bir şekilde yansıtmamaktadır. Bu sahte rakamlar, hükümetin ekonomik başarısızlıklarını örtbas etmek amacıyla manipüle edilen verilerdir.

Konfederasyonumuz Birleşik Kamu-İş’in ortaya koyduğu üzere, Mayıs 2025’te 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 26.500 TL, yoksulluk sınırı ise 81.602 TL’dir. Emekçilerin aldığı maaşlar, asgari ücret ve diğer gelir kalemleri, temel yaşam ihtiyaçlarını karşılamaktan oldukça uzaktır.Bugün, büyük şehirlerdeki kiralar, asgari ücrete denk gelmektedir. Bu durum, emekçilerin yaşam koşullarını daha da zorlaştırmakta, onları temel ihtiyaçlarını karşılamakta dahi sıkıntıya sokmaktadır.

Gıda fiyatlarındaki artış, ulaşım, sağlık ve eğitim gibi diğer temel ihtiyaçların da pahalanması, işçilerin sadece geçimlerini sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda yaşam kalitelerini korumak için mücadele etmelerine neden olmaktadır. Emekçiler, çocuklarının eğitim masraflarını karşılamakta ve sağlık hizmetlerine erişimde güçlükler yaşamaktadır. Bu koşullar altında, işçi sınıfının yaşam standardı, her geçen gün daha da aşağılara çekilmektedir.

TÜİK’in açıkladığı enflasyon oranları, halkın yaşadığı ekonomik gerçeği yansıtmaktan oldukça uzaktır. Bu veriler, halkın zor koşullarını göz ardı ederek, hükümetin ekonomik politikalarının başarısızlıklarını gizlemeyi amaçlayan bir algı yönetiminin parçasıdır. Ancak emek sınıfı, günlük yaşamda bu manipülasyonların farkındadır ve bu durum, emekçilerin ekonomik ve toplumsal taleplerini daha da güçlü bir şekilde dile getirmelerine yol açmaktadır. Bugün, işçi sınıfı sadece düşük ücretler ve iş güvencesizliği ile değil, aynı zamanda artan yaşam maliyetleri ile de mücadele etmektedir.

Bu koşullar altında, işçilerin ve emekçilerin hak arayışları her zamankinden daha önemli hale gelmiştir. Hükümetin ekonomik politikaları, emek sınıfının yaşam koşullarını daha da zorlaştırırken, emekçilerin kendilerini savunma hakları ellerinden alınmaktadır. Eğitim-İş, bu gerçeği görmekte ve işçi sınıfının haklarını savunmak adına mücadele etmektedir. Emekçilerin yaşam standartlarının iyileştirilmesi, asgari ücretin artırılması ve enflasyon karşısında alım güçlerinin korunması için yürütülen bu mücadele, sadece ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal bir adalet mücadelesidir.

Sonuç olarak, açlık ve yoksulluk sınırları arasındaki büyük uçurum, kiraların asgari ücretle aynı seviyelere gelmesi ve temel ihtiyaçların karşılanmasındaki zorluklar, işçi sınıfının ne kadar zor durumda olduğunu gözler önüne sermektedir. Ancak emekçiler, tüm bu zorluklara rağmen direncini kaybetmemekte ve haklarını savunma mücadelesini daha da güçlendirmektedir. Bugün emekçilerin yaşadığı bu zorlu şartlar, 15-16 Haziran gibi tarihi direnişlerin mirasını taşımakta ve bu mirası yaşatmak için verilen mücadele her geçen gün daha da anlam kazanmaktadır.

Kamu emekçisine, işçiye, asgari ücretliye, emekliye reva görülen bu tabloda ülkemiz kaybetmektedir. Bugün yaşadığımız bu sürece karşı durmanın yolu ise dün olduğu gibi birlikte, omuz omuza mücadele etmekten geçmektedir. 

Her zaman emeğin onuru için mücadele eden Eğitim-İş olarak, haklarımıza, iş güvencemize ve geleceğimize yönelen her türlü saldırıya karşı, 15-16 Haziran direnişinin ruhuyla mücadelemizi sürdüreceğiz.   

MERKEZ YÖNETİM KURULU