Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, düzenlediği bir basın toplantısı ile 2010-2011 eğitim-öğretim yılında SBS’nin 6. ve 7. sınıflarda kademeli olarak kaldırılacağını açıkladı.
Eğitim sistemine getirdiği her yeniliği olumlu bir gelişme gibi sunma alışkanlığından vazgeçmeyen Milli Eğitim Bakanlığı, üç yıl içinde başarısızlığa uğrayan büyük projesi SBS’yi feshedip, başladığı noktaya geri dönmüştür. Ortaya çıkan bilanço ise, sayıları 4 bini geçen dershaneler, velilerin bu dershanelere harcadıkları 16,7 milyar TL ve kafası karışık, geleceğinden endişe duyan yaklaşık 15 milyon öğrenci.
Eğitim hakkını satın alınabilir ya da alınamaz bir metaya dönüştüren bakanlık, ilköğretime kadar indirgenmiş dershane ve özel ders odaklı eğitim sisteminde hasarlar yaratıyor oluşunu, ‘sistemi değerlendirme ve değerlendirme sonuçlarına göre hareket etmek’ olarak açıklarken, hesaba katmadığı bir şeyle yüzleşmekten kaçınmıyor mu? Sistemi ölçeyim derken, velinin cebini, öğrencinin emeğini göz ardı eden bu anlayış, çocuğu daha yolun başındayken, önüne koyduğu sosyal ve ekonomik dezavantajlarla kendi geleceğini belirleme hakkından yoksun bırakmıyor mu?
Teknolojik ve enformatik altyapıyı ölçmeden, öğretmenlerin yeterliliklerini ve niceliklerini değerlendirmeden, bölge ve okul bazında fırsat eşitliğini gözetmeden yaratılan SBS sisteminin Sayın Çubukçu’nun sözünü ettiği olumlu yanları nelerdir, bunları son derece merak ediyoruz. Gelinen noktada SBS sınavının kaldırılmasını gönül rahatlığıyla olumlu bir gelişme olarak değerlendirmeyi çok isterdik, ancak Sayın Çubukçu’nun sistemin başarısızlığını ‘hızla değişen dünyadaki dinamik sistemlerin doğasına ve sözümona sorgulayan yönetim anlayışları’na indirgemesi, bu durumu tam bir fiyasko ve yenilgi olarak ortaya koymaktadır. Bu savunma biçiminin karakterlerini biz ‘soyan yönetim anlayışı, vur-kaç taktiği ile deneme tahtasına döndürülen eğitim sistemi ve ayaküstü karar mekanizmaları’ olarak tercüme ediyoruz. Ortaöğretime giden yolda sınav sayısını 3’ten bire düşüren aynı anlayış, liseleri birbirine dönüştürmekle, yüksek öğretime giden yolda sınav sayısını artırma yoluna gitmekle kendi içinde çelişkili kararlar almakta; emek, ilgi ve zaman kaybına sebep olmaktadır.
Bugün dershane sayısının liselerin sayısını geçtiği bir ülkede kaliteli ve eşit bir eğitimden söz etmenin imkanı kalmamıştır. Ekonomik gücü olanın eğitimi satın aldığı ve bunun da bakanlık eliyle desteklendiği eğitim sistemimiz kendini yok etmek üzeredir. Öğrencinin üzerindeki önlüğü/üniformayı çıkarmakla uğraşırken; koluna, bileğine taktığı sınav prangalarını çoğaltan bakanlık, açtığı yaraları, yarattığı maddi ve psikolojik baskıyı ve en önemlisi de bu ülkenin geleceği olan çocukların eğitim sistemine duydukları güvensizliği nasıl ve ne zaman telafi edebilecek? Bunun hesabını en azından 15 milyon öğrencisine vermelidir.
Eğitim sisteminin diğer paydaşları olan sendikalar ve sivil toplum örgütlerini, akademisyen ve uzman görüşlerini dışlayıp, önerilerine ve uyarılarına kulak tıkayan MEB, giderek kan kaybettiğinin ve kaybettirdiğinin bir an önce farkına varmalıdır. Veliler de bu anlamda çocuklarına yaşatılan mağduriyette seslerini güçlü çıkarmak konusunda mutlaka sendikalardan ve sivil toplum örgütlerinden destek almalıdırlar.
Eğitim-İş olarak bakanlığı eğitim sistemini, alınan bir kararın sistemin diğer aşamalarını da ne yönde etkileyeceğini göz önünde bulundurarak bir bütün içerisinde değerlendirmeye çağırıyoruz. SBS ya da ismi her ne olursa olsun, öğrencinin eğitim yaşamını ve geleceğini çok aşamalı olarak okul dışı kaynaklara ve alanlara bölmek zorunda bırakacak sınavlar ve uygulamalar, sadece ekonomik kaynakları ve yetişmekte olan neslin enerjisini tüketmektedir. Sınava odaklı, sosyal ve etik eğitim politikalarını dışlayan, öğrenciyi okuldan uzaklaştırıp, velinin kazancını dershaneye peşkeş çeken anlayış terk edilmeli; eğitim emekçisinin ve öğrencinin emeğinin karşılığı teslim edilmelidir.
Genel Merkez Yönetim Kurulu