Güncel Sendika Haberleri

16 Temmuz, 2025

Gerçek barış; Cumhuriyet’tir!

Barış sürecine dair son günlerde yaşanan gelişmeler, uzun süredir dile getirdiğimiz uyarıların ve endişelerin ne kadar haklı ve yerinde olduğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir. Bu süreç, Türkiye'nin artan dışa bağımlılığı, bölgedeki emperyalist planlar ve iktidarın siyasal hedeflerinin kesiştiği çok katmanlı bir projenin parçası olarak yürütülmektedir.

Suriye’nin kuzeyinde ABD destekli oluşumların kalıcılaştırılması, NATO’nun Türkiye üzerindeki yönlendirici etkisi ve içeride rejimi tahkim etme arzusu; bu sürecin yönünü belirleyen temel unsurlardır. Halktan gizlenerek, şeffaflıktan uzak biçimde ve kapalı kapılar ardında yürütülen bu girişimler; barışı değil, bölgesel dizayn projeleriyle uyumlu, iktidarın ideolojik ve siyasal hedeflerine uygun bir düzenin inşasını amaçlamaktadır.

Bu durumu son olarak, DEM Parti heyetinin Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ile gerçekleştirdiği görüşmede açıkça gördük. “Her şey konuşuldu” denilerek geçiştirilen bu kritik buluşmada, tahliyelerden olası anayasa pazarlıklarına kadar pek çok konu halktan ve Meclis’ten saklanmıştır. Toplumu ilgilendiren bir meselede “detay verilmeyecek” denmesi, halkın iradesinin sürece dahil edilmediğinin açık bir göstergesidir.

Halktan kaçırılan bu süreç; şeffaflık, hukuk ve demokrasi ilkelerine değil, pazarlık, taktik ve siyasal mühendislik üzerine kuruludur. Bu nedenle de meşruiyeti yoktur. Görüşmenin ardından yapılan "her konu konuşuldu" açıklaması, iktidarın hangi sözleri verdiği, hangi tavizleri aldığı ya da neyi garanti ettiği konusunda toplumu bilgilendirmeyi reddettiğini göstermektedir.

Tekrar vurguluyoruz; barış, sadece çatışmasızlık değil; içerik, yönelim ve ilkelerle tanımlanabilecek bir toplumsal sistem tercihidir. Bugün yaşanan çatışmasızlık olumlu bir gelişme gibi görünse de, asıl mesele bu sürecin hangi siyasal zemin üzerine oturtulacağıdır. Cumhuriyet’in kurucu değerlerine, laikliğe, halk egemenliğine, yurttaşlığa ve bağımsızlığa dayanmayan hiçbir süreç, gerçek bir barış getirmez; olsa olsa yeni bir tahakküm biçiminin yolunu açar.

Bugün gelinen noktada; 
•⁠  ⁠Demokrasi dışlanmış,
•⁠  ⁠İfade özgürlüğü bastırılmış,
•⁠  ⁠Yargı bağımsızlığı yok edilmiş,
•⁠  ⁠Eğitim tarikatlara ve sermayeye teslim edilmiştir.
Böyle bir ortamda, medyanın tekelleştirildiği, halkın sindirildiği, yargının siyasallaştığı bir düzende barış ya da demokratik bir çözümden söz etmek mümkün değildir.

Geçmişte FETÖ ile kurulan karanlık ilişkilerde olduğu gibi, bugün de halktan gizli yürütülen görüşmeler, kamuoyuna açıklanmayan mutabakatlar ve ilkesiz söylemler (örneğin “terörist başı”na övgüler) siyasi iktidarın samimiyetsizliğini gözler önüne sermektedir. Bu süreçler, halkın ekonomik krize, adaletsizliğe ve hukuksuzluğa karşı yükselen tepkisini yatıştırmak, siyasal rejimi tahkim etmek için kullanılmaktadır.

Ulus Devlet ve Üniter Yapı Cumhuriyet’in Temelidir

Cumhuriyet’in temeli; etnik ya da mezhebi kimliklere değil, yurttaşlık esasına dayanan ulus devlet anlayışıdır. Üniter yapı ise, halk egemenliğinin ortak bir hukuk düzeni ve bölünmez bir vatan fikri etrafında vücut bulmasının güvencesidir. Bu yapı, ayrışmayı değil; birlikteliği, ortak aidiyeti ve toplumsal dayanışmayı esas alır.

Ancak bugün bu temel ilkeler, sistemli biçimde aşındırılmakta; Cumhuriyet’in birleştirici harcı olan Türk milleti kavramı hedef alınmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Türk, Kürt, Arap” şeklindeki kimlik tanımlamaları; Anayasa’da ifadesini bulan Türk milleti tanımına açıkça aykırıdır. Bu söylem, Cumhuriyet’in yurttaşlık idealini zedelemekte, toplumu etnik temelde kutuplaştırarak, ortak ulus bilincini zayıflatmaktadır.

ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Nicholas Barrack’ın "Türkiye, Osmanlı’nın millet sistemine dönmelidir" açıklaması dikkat çekicidir. Bu emperyalist müdahale, Erdoğan’ın “Türk-Kürt-Arap ittifakı kurduk” sözleriyle adeta tamamlanmıştır. Bu yaklaşım, Cumhuriyet’in tasfiye edilerek yerini ümmet temelli, etnik ayrımlara dayalı yeni bir siyasal yapıya bırakmasının hazırlığıdır.

Artık söz konusu olan yalnızca bir söylem değil; “Türkiye Cumhuriyeti” kimliğinin adım adım geriletilerek yerine çok kimlikli, çok hukuklu, parçalı bir ümmet rejimi kurulmasıdır. Bu; ulus devletin çözülmesi, üniter yapının zayıflatılması ve halk egemenliğinin yerine itaat kültürünün geçirilmesi anlamına gelir.

Eğitim-İş olarak vurguluyoruz; barış sadece silahların susması değil, halkın yurttaşlık temelinde kardeşçe yaşadığı, hukuk devletinin, laikliğin ve sosyal adaletin tesis edildiği bir düzenin adıdır. Bu düzen, ancak Cumhuriyet’in temel ilkeleriyle; yani ulus devlet anlayışı, üniter yapı, halk egemenliği ve tam bağımsızlık ilkeleriyle mümkündür. Kapalı kapılar ardında yürütülen, Atatürk devrimlerinden kopmuş, ümmetçi ve çok kimlikli bir yapıya yönelmiş bir süreç; barış değil, yeni bir tahakküm rejimi getirir. Ülkenin birliği ve toplumsal huzuru; emperyalizme karşı kararlılıkla, din istismarına karşı laiklikle, etnik ayrımcılığa karşı ulus bilinciyle, ancak Cumhuriyet’in devrimci çizgisinde sağlanabilir. Gerçek barış; Cumhuriyet’tir!