Emperyalizm ulus devletleri parçalayarak ve sömürü düzenlerini daha rahat sürdürebilmek amacıyla dün Balkanlar’da, Kafkasya’da yaptıklarının benzerini bugün Ortadoğu’da yapmaktadır. “Medeniyetler İttifakı”, “özgürlük”, “insan hakları” ve “demokrasi” gibi kavramları kullanarak etnik, dinsel kimlikleri kaşıyıp, fonlayarak ulus devletleri parçalamakta, BOP’u gerçekleştirmeye çalışmaktadır.
Biz Eğitim-İş olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve tüm ulus devletlerin toprak bütünlüğünden yana tarafız. Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerinin ışığında antiemperyalist bağımsızlıktan yana mücadelemizde tüm eğitim çalışanlarını bu mücadeleye çağırmayı birincil görev bilmekteyiz.
Referandumdan sonra artık ülke önümüzdeki Haziran ayında yapılacak olan seçimlere odaklanmıştır. Bu seçimler belki de Cumhuriyet tarihinin en önemli, en kritik seçimi olacaktır. Temenni etmediğimiz yine bir AKP iktidarı, mevcut anayasa değişiklikleri, başkanlık sistemi tartışmaları ile birlikte ülkenin adım adım faşizme götürüldüğü gün gibi açıktır. Bu karanlık senaryonun önlenmesi için başta Eğitim-İş olarak Cumhuriyet’ten, demokrasiden, tam bağımsızlıktan, hukuktan yana olan tüm kişi ve kuruluşlara tarihi bir sorumluluk üstlenmelerinin zorunlu olduğunun altını çizmek isteriz.
Yine son süreçte gündemde olan torba yasa ile devlet memurluğu kavramı ortadan kaldırılmakta, 16-18 yaş diliminde çalışan işçilerin asgari ücretleriyle meslek lisesi öğrencilerinin staj ücretleri düşürülmekte; esnek, kuralsız, iş güvencesiz taşeron çalışma koşulları dayatılmaktadır. Bu dayatmalara karşı emek güçlerinin bir araya gelip bu yasayı püskürtme yerine günü kurtarma eylemleri yapmaları emek mücadelesi adına düşündürücüdür.
Mısır’da yapılanlara karşı Hüsnü Mübarek’e “Halkın sesine kulak ver” diye nasihatte bulunan başbakanın böyle ucube bir yasaya karşı tepki gösteren emekçilere biber gazı ve copla saldırılmasına göz yumması oldukça manidardır.
Böyle bir siyasi tablo içerisinde eğitim alanında sorunlarda her geçen gün çığ gibi büyümektedir. Sayın Nimet Çubukçu göreve geldiğinde sözleşmeli eğitim çalışanları uygulaması garabetini çözeceğini ifade etmişti. Bunun siyasi bir balon olduğunu uygulamalardan anlamaktayız. Eğitim-İş ücretli kölelik anlamına gelen sözleşmeli eğitim çalışanlarının kadroya geçirilmesi için gerekli her türlü mücadeleyi vermekten geri durmayacaktır. Bununla beraber öğretmenler odasını paramparça eden iş dayanışması iklimini direkt etkileyen kariyer basamakları uygulamasının bir an önce sonlandırılması konusunda Eğitim-İş üzerine düşen demokratik ve hukuksal mücadelesini sürdürecektir. Ancak iktidar yargı kararlarına rağmen, gerekli yasal düzenlemeleri yapmamaktadır.
Bakanlığımızın 174 bin öğretmen ihtiyacı varken 270 bin öğretmenin işsiz beklemesi tam bir garabet örneğidir. Eğitim-İş olarak 18. Milli eğitim Şurası’nda ifade ettiğimiz gibi emekliliği gelmesine karşın düşük ücretten kaynaklanan nedenlerle 100 bine yakın öğretmen, emekli olmamaktadır. Emekli öğretmenlerin maaşlarının 1500 TL’ye yükseltilmesi halinde, 100 bin öğretmenin emekli olacağı düşünüldüğünde, ataması yapılmayan 270 bin öğretmenin atamasının yapılabileceği açıktır.
Ek ders uygulamasında da çarpık, çeşitli ve düşük uygulamaların tavanda eşitlenmesi gerektiğinin altını Eğitim-İş olarak çizmekteyiz. Eğitim-İş 18. Milli eğitim Şurası’nda önerisini sunmuştur. Bunun takipçisi olacaktır.
Öğretmen dışındaki şef, memur, yardımcı hizmetli gibi eğitim çalışanlarının düşük ücret, fazla mesai, ek tazminat, giyim yardımı gibi sorunları devam etmektedir. Özelleştirme mağduru 4-C’li personelin maaş farklılıkları ve sürekli görev yolluklarının ödenmemesi gibi sorunlar da yine iktidar tarafından göz ardı edilmektedir.
İşyerlerinde ciddi boyutlarda memur ve hizmetli açığı devam etmektedir. Bir memur ve hizmetlisi bulunan işyerleri şanslı addedilmektedir. Bir an önce yeterli kadronun açılması hem istihdam yaratma hem de sorunların çözümünde etkili olacaktır.
Sekiz yıldır iktidar olan AKP, çığ gibi büyüyen eğitim sorunlarını çözmek yerine, kendi yandaşlarını belli makam ve mevkilere getirmek için hukuk tanımaz tavrını sürdürmektedir. Pervasızca kadrolaşmaktadır. Devlet memuru gibi değil AKP memuru gibi davranan kimi idarecileri, okulların normlarıyla keyfi olarak oynamakta, binlerce öğretmenimiz mağdur edilmektedir.
Eğitim-İş olarak 18. Milli Eğitim Şurası’nda ifade ettiğimiz gibi, ders kitaplarımız bir yıllık değil, içeriklerinin daha uzun programlı hazırlanması ve her yıl kitap basımında kullanılan ve israf edilen kaynakların okullarda bütçe oluşturulmasında kullanılmasının çok daha yararlı olacağının altını bir kez daha çizmekteyiz.
12 Eylül referandumunda 12 Eylül darbecileriyle hesaplaşacağız diyen AKP, yine faşist cuntanın ürünü olan YÖK’ü ele geçirince gerçek niyetini, üniversitelerde türbanın serbest bırakılması, ALES, KPSS ve ÖSYM kılavuzlarında başı açık ifadesini yüzü açık olarak değiştirmiş, kamu alanında türban serbestisinin yolunu açarak göstermiştir.
Eğitim-İş kurulduğu 17 Ekim 2005 tarihinden bugüne demokratik, parasız, çağdaş, laik, halkçı ve bilimsel eğitim mücadelesini vererek Cumhuriyet kazanımlarına sahip çıkmış, karşı devrim uygulamalarının karşısında dimdik onurlu mücadelesini sürdürmüş ve bundan sonraki süreçte de sürdürecektir.
Yaşasın grevli-toplu sözleşmeli sendika mücadelemiz!
Yaşasın Eğitim-İş!
Yaşasın Birleşik Kamu-İş!
Merkez Yönetim Kurulu